Sessizdir, sabırlıdır ama sandıkta her şeyi değiştirir. Türkiye’nin en güçlü dik duruşlu seçmeni: evin kadını.

Seçim dönemlerinde meydanlar dolar, ekranlarda vaadler havalarda uçar, sokaklar afişlerle kaplanır. Vinçlerle parti bayrakları sallandırılır. Adaylar konuşur, anketler konuşur, sosyal medyada bağırılır, çağırılır, çığırtkanlıklar yapılır. Ama o hengâmeli gürültünün tam ortasında bir sessizlik, bir dik duruş vardır:

Evin kadınının 'gıkı' çıkmaz.

Susar O...

Sessizliğe bürünür.

Sessiz çığlığını atacağı, çilesini haykıracağı anı bekler.

İnatla,

Sabırla.

Sabahın erken saatlerini...

★★★

Seçim zamanı ya, propagandaların başlama zamanı ya meydanlar dolar taşar. Gür sesler çıkar. Kimi oradan, kimi buradan bağırır durur. O yüksek sesle yaygara yaparcasına konuşanlar genellikle erkeklerdir. Kahvede, duraklarda, parklarda, sokaklarda siyaset tartışırlar, meydanlarda sloganlar atarlar, sosyal medyada envaiçeşit fikirler beyan ederler ama bunları yapanlar hep çoğunlukla erkek profilleridir.

Ancak sandığa gidildiğinde, sabah erkenden kalkıp çocuklarının geleceğini düşünen, mutfağında tasarrufun yollarını arayan, ailesinin sağlıklı beslenebilmesi için mutfaklarında olmadık icatlar yapan kadın belirleyici olur.

Çünkü evin kadını, yalnızca oyunu değil, vicdanını ve sezgilerini de sandığa götürür.

Türkiye siyasetinde yıllardır göz ardı edilen ama aslında en güçlü seçmen profili kadındır. Erkek ne kadar baskın görünürse görünsün, son sözü çoğu zaman evin kadını söyler. Kadınlar, özellikle de evin hanımları, eşlerinin telkinlerini dinleseler bile sandık başına gelince kendi gönüllerindeki ismi tercih ederler.

Bu yüzden siyasetin gerçek nabzı, meydanlarda değil; evlerin mutfaklarında, pazar alışverişinde, çocukların okul kapılarında atar.

Kadın seçmen, bir partinin vaatlerine değil, samimiyetine bakar. Onun için siyasetin dili değil, vicdanı önemlidir.

Belki kocası “şuraya bas” demiştir, belki akşam yemeğinde siyasi direktifler vermiştir ama o kadın, oy pusulasını eline aldığında kendisine en çok dokunanı düşünür.

Çünkü o, hayatı daha yakından yaşar.

Çünkü zamları ilk hissedendir.

Marketteki etiket değişimlerini, çocuk bezindeki farkı, okul kantininde dün verdiği harçlık yeterken bugün yetmeyen harçlığı ilk fark eden odur.

Politikayı televizyondan değil, mutfağından, pazardan, evin içinde dönen hesaptan takip eder.

Kadın, oy verirken hayatı düşünür.

Konuşana değil, yaşatana oy verir.

Bağırana değil, duyana…

Afiş bastırana değil, kapısını çalana…

Kapısını çalanın kişiliğine, kendine olan yakınlığına.

Kendisini anlayabilene...

Çünkü onun gözünde siyaset, hayattan ayrı bir konu değildir. Hayatın tam da içindedir.

Kimi zaman çocuğunun okulu, kimi zaman hastane sırası, kimi zaman evine gelen elektrik faturasıdır onun için politika.

O yüzden de seçim günü geldiğinde, elini vicdanına koyar.

Oyunu verirken parti değil, geçimi düşünür.

Propaganda değil, gerçeklik konuşur içinde.

Ve sonucunda hiçbir anketin göremediği bir yöne değiştirir seçimleri sandıkta...

Onun için yıllardır Türkiye siyasetinde bir şey hiç değişmedi:
Kimin sesi daha yüksek çıkarsa çıksın, son sözü hep kadın söyledi.

Dün olduğu gibi bugün olsun, yarın olsun seçimlerde kim kazanır bilinmez ama kim kaybeder derseniz, kadının kalbini kaybeden kaybeder.

Bu, kaçarı olmayan kesin bir sonuçtur.

★★★

Türkiye’de kadın seçmenin gücü, çok partili hayata geçtiğimiz 1950 seçimlerinde bile kendini göstermiştir. Demokrat Parti’nin iktidara gelişinde kadın seçmenlerin yoğun katılımı büyük rol oynamıştır. O dönem kadınların siyasete olan ilgisi, sandığa taşınan büyük bir değişim iradesi yaratmıştır.

1983 seçimlerinde, askeri darbenin ardından yeniden demokrasiye dönülürken, kadın seçmenin sağladığı yüksek katılım oranı, ülkenin normalleşme sürecine hız kazandırmıştır. Kadınlar, sandığa giderek sadece oy kullanmadı; bir anlamda demokrasiye sahip çıkmıştı o dönemlerde.

1995 seçimlerinde rahmetli Necmettin Erbakan'ın Refah Partisi, aldığı yüzde 21,37 oy oranıyla 158 milletvekili çıkarıp Türkiye'nin birinci partisi olmuştu. O günlerin kadın kollarının (bugün bir çok partiye örnek olan) özverili çalışmasının neticesiyle (aslında kapatmak için çaba sarf ettikleri) genelevlerde çalışan insanlarından bile oy almışlardı. Onlarla birebir görüşmüşlerdi. Çünkü seçim çalışmalarındaki sloganları, "bizim için kimsenin kişiliği, inancı, ne iş yaptığı önemli değil. İktidara gelmek için her kesimin oyuna talibiz." olmuştu ve öyle hareket ettiler. Ve bunu Erbakan'ın "İnananlar Kadrosu" olarak ifade ettiği yarım milyonluk kadronun ana temelini oluşturan kadın kollarının çalışmalarıyla başarmışlardı.

2002 seçimleri de kadın seçmenin belirleyici olduğu seçimlerden biridir. Ekonomik krizden bunalan ailelerin yükünü en çok kadınlar hissetti o yıllarda. Mutfak masrafından çocuklarının eğitimine kadar birçok konuda doğrudan etkilenen kadın seçmen, o dönem iktidar değişimini hızlandıran kesim olmuştu.

Son yıllarda da benzer bir tablo var: Büyükşehirlerde alınan belediye başkanlıklarında kadın seçmenin etkisi açıkça görülüyor. İstanbul, Ankara gibi bir çok büyük şehirlerde, evin kadınının tercihi seçim sonuçlarını belirledi.

★★★

Bugün geldiğimiz noktada partilerin kadın kollarının toplumda gördüğü ilgi, aslında bu gerçeğin en net göstergesidir. AK Parti’nin kadın kolları görevlileri, hangi mahalleye giderse gitsin büyük bir ilgi ve hürmetle karşılanıyor. Çünkü orada konuşulan dil, kurulan bağ ve samimiyet, hemcinsleriyle ortak bir duyguda buluşmayı başarıyor.

Hissedilen bu yakınlık kadın seçmen üzerinde güçlü bir etki bırakıyor.

CHP’nin kadın kolları için ise maalesef aynı şey söylenemiyor. Onlar çoğu kez mahallelerde aynı sıcaklığı yakalayamıyor; konuşmaları, tavırları ya da iletişim biçimleri kadın seçmen üzerinde beklenen etkiyi bırakmıyor. Bu durum neredeyse tüm seçimlerde istatistiklere de yansıyor.

Ancak burada önemli bir istisna var:
Safranbolu Belediye Başkanı Elif Köse...

Elif Köse, hangi mahalleye giderse gitsin, sadece kendi partisinin seçmeninden değil, diğer partilere oy veren kadınlardan da büyük ilgi görüyor. Çünkü o, siyaseti bir rekabet değil; insanlarla bağ kurma sanatı olarak görüyor. Kadınlarla konuşurken bir siyasetçinin soğuk yüzünü, sahte gülüşünü değil, bir komşunun, bir dostun sıcak yaklaşımını sergiliyor.

Elif Köse’nin farkı, siyasi kimliğinin ötesinde bir samimiyet ve güven duygusu verebilmesinde yatıyor. Bu nedenle CHP’nin kadın kollarının ulaşmakta zorlandığı mahallelerde bile, o kadınlarla aynı dili konuşabiliyor, aynı duyguda buluşabiliyor, sarıldığında güven verebiliyor. Partiler üstü bir bağ kurabilmesi, onu kadın seçmenin gözünde özel bir yere koyuyor.

Bu yüzden farklı partiye gönül vermiş kadın seçmen bile ona “ben seni seviyorum” diyebiliyor.

Çünkü onlar Elif Köse'yi hayatın içinden gelen biri olarak görüyor, biliyor, yaşıyor, anlıyor...

Çünkü o, konuşarak değil dokunarak, vaat ederek değil hissederek iletişim kuruyor. Safranbolu’nun sokaklarında, pazarlarında, okul önlerinde, kadınların gözlerinde gördüğü güven, onun gerçek başarısının sessiz bir yansıması.

İşte Elif Köse’nin farkı, siyasi unvanının çok ötesinde bir güven atmosferi yaratabilmesinde yatıyor.

Sadece Safranbolu sokaklarında değil, gittiği her yerde bu etkiyi görmek mümkün:
Onu gören kadınlar, oy tercihleri farklı olsa bile samimiyetle sarılıyor, dinliyor ve fikirlerine değer veriyor. Bu durum, kadın seçmenin sezgisel gücünün nasıl işlediğini de açıkça gösteriyor.

Kadınlar, onlara bahşedilen annelik duygusunun gücüyle kendilerini gerçekten anlayan, hayatlarına dokunan, içten konuşan siyasetçiyi; siyasetçileri diğerlerinden ayırabiliyor.

Tarih boyunca kadın seçmen, seçimlerin görünmez ama en etkili gücü olmuştur. Sandığa giden yol, aslında evin mutfağından geçer. Ve o mutfakta söylenen son söz, seçimlerin kaderini belirler.

İşte tam da bu nedenle, Elif Köse ile ilerideki dönemlerde görünecek tablo çok daha farklı şekillenebilir. Sadece CHP seçmeninden değil, diğer partilerin kadın seçmenlerinden de ciddi destek görme ihtimali oldukça yüksek. Onun kadınlarla kurduğu özel bağ, sadece Safranbolu’yu değil, tüm Karabük’ü kapsayacak bir etkiye dönüşebilir.

İstanbul için İmamoğlu, Ankara için Mansur Yavaş, Adana için Zeynel başkan ne ise Karabük için de Elif Köse odur.

★★★

Bu hafta sonu yapılacak kongrede CHP’nin Karabük İl Başkanı kim olursa olsun, il genelinde başarı gösterip birinci parti olarak çıkmak istiyorsa ve başarılı bir başkan olarak tarihe geçmek istiyorsa, Elif Köse’yi kesinlikle göz ardı etmemeli; desteklemeli ve Başkan Köse’yi ön plana çıkarmalıdır.

Aksi takdirde, CHP’nin başarısını Karabük’te görmek hayalcilikten, yapılabilecek hatalarla narsistlikten öteye geçmez.
Başkanlıkları da obsesif narsist bireyler olarak anılır.

Düne baktığınızda hep de öyle olmamış mıydı?..