Siz gerçekten sadece Karabük'ün ormanları mı yandı sandınız?
Alevlerin sarı, kızıl, siyah renklere büründürdüğü o görüntülerin yalnızca çam ağaçlarını, yüzlerce dönüm toprağı küle çevirdiğini mi düşündünüz?
Hayır.
Yangın, sadece ağaçlara değmedi.
O dumanlar sadece gökyüzüne değil, ciğerlerimize çöktü.
Küller, sadece toprağa değil, insanın vicdanına da serpildi.
Yanan Karabük’ün ormanları değildi sadece...
Yanan;
Karabük yabanıydı...
Yanan;
Ayıların yavrularını bir çalı dibinde bırakıp üzerini yangından korumak için örtmeye çalışan içgüdüsel anneliğiydi...
Yanan;
Tavşanların korkuyla tırpan yemiş otlar arasında kaçacak bir delik arayışıydı…
Yanan;
Kurtların inini kaybetmiş öfkeli yalnızlığı, tilkilerin kıvrak zekâsının çaresiz bakışıydı.
Yanan;
Alevler arasında kafasını kabuğundan çıkaramayan kaplumbağalardı.
Alevlerin etkisiyle yönünü şaşıran kekliklerdi, sincaplardı, ceylanlardı, göç edememiş kuşlardı, dağ keçileriydi, arı kovanlarıydı, karıncalardı...
Küçücük, görünmeyen bir dünyanın bütün sakinleriydi.
Yanan…
Yanan sadece bir orman değildi.
Yaban hayatıydı...
Doğanın kendi kendine kurduğu, insanın sadece konuk olması gereken ama her fırsatta ev sahibi gibi davrandığı o düzenin ta kendisiydi.
Yangının göbeğinde kalan bir karınca kolonisiydi.
O karıncalar ki kışa hazırlık için yuvalarına taşıdıkları her tohum, bir başka ağacın umudu olacaktı.
Yanan bir sincabın gizlediği fındıklar değildi sadece… Gelecek yıl orada yeşerecek bir filizin hayali de yok oldu.
Duyabildiniz mi o esnada, kulak tırmalayan vicdanlardan kulaklara dalga dalga yayılan sessiz çığlıkları..?
Acıyı hissedebildiniz mi içinizde?
Burkuldu mu yüreğiniz?
Soluğunuz kesildi mi?
Nefesiniz düğümlendi mi boğazınızda..?
Biliyor musunuz?
Ormanda çıkan her yangın, bir ekosistemin hafızasını siler. Toprak belleğini kaybeder. Kuşlar yollarını… Hayvanlar orman içindeki doğal patikalarını...
Ve insanlar?
İnsanlar, genelde sadece uzaktan izler.
Ama yanan, uzakta değil. Yakınımızda, içimizde bir şeydi…
★★★
Ovacık’ın, Safranbolu’nun kırsalında kıvılcımla başlayan o yangınlar; bir orman köylüsünün sabah erkenden tarlaya giderken gördüğü manzarayla değişti.
Yanan bir ağacı değil, yanan geçmişini, yanan hayallerini, yanan dostlarını gördü.
Çünkü orman köylüsü için o orman;
Kışın odunuydu.
Yazın gölgesi.
Gündüzün kuş sesi, gecenin rüzgâr türküsüydü.
Çocuğuna masal anlatırken referans verdiği “kurtla kuzu”nun yaşadığı yerdi.
Bugün o köylü, dumanlar arasında ormanına bakarken sessizce ağladı.
Hayatının bir parçasını kaybettiğini bildi, ama bunu kelimelere dökemedi.
Zaten, kelimeler de yetmezdi...
★★★
Şimdi herkes birer uzman.
“İklim değişikliği”, “ihmal”, “yanlış tarım uygulamaları”, “cam şişe parlaması”, “kasıt”…
Evet, belki hepsi doğru.
Ama hiçbir açıklama, orada can veren bir kirpinin son nefesini, alevlerin içinde çaresiz kalan bir yılanın sessiz çığlığını anlatamaz.
Ne yapsak eksik.
Ama en azından bir şeyi unutmayalım:
Orman sadece ağaçtan ibaret değil.
Orman bir yaşam zinciri, bir ekosistem, bir nefes, bir kalp atışı...
Ve o kalp artık biraz daha yorgun atıyor.
Siz yananları hâlâ sadece ağaç kütlesi mi sanıyorsunuz?
Yanılıyorsunuz!
Çünkü orada Karabük’ün yüreği yandı.
Türkiye'nin oksijen deposu...
Ve hâlâ için için tutuşuyor.
Reçinelerini gözyaşı gibi döküyor...