sukru-gokkaya22.04.2013


 

Türkiye gerçekten kritik bir süreçten geçiyor.

Belki de en az Kurtuluş Savaşı günleri kadar önemli günler yaşıyor.

İçinde olduğumuz bu süreçte başta siyasi partiler olmak üzere hemen herkes görüş beyan ediyor, fikirlerini kamuoyu ile paylaşıyor.

Mesela AK Parti ve BDP adına “Çözüm Süreci” denilen projeyi destekliyor. MHP ise malumlarınız olduğu üzere sert bir şekilde muhalefet ediyor.

Ancak kimse bu ülkeyi kuran, demokrasiyi getiren, mecliste şu anda ana muhalefet görevini üstlenmiş ve en önemlisi de bu ülkenin Misak-İ Milli sınırlarını çizen insanların kurduğu CHP’nin fikrini bilmiyor.

Bırakın kamuoyunu, CHP’li vekillerin ya da partililerin bile, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu konuda ne düşündüğünü bildiğine inanmıyorum.

Peki, CHP buraya nasıl geldi?

Malum bir kaset operasyonu patladı partinin tepesinde ve genel başkan değişikliği yaşandı. Bu son derece normal bir durum…

Peki, o süreç öncesinde ve sonrasında yaşananlar, yerine gelen isim?

O dönemlerde ki yazılarımızda da yazmıştık, “Operasyon Baykal’a mı, yoksa CHP’ye mi?” demiştik.

Bugün CHP’de yaşananlar bizim bu soruyu sormakla ne kadar haklı olduğumuzu yeterince ortaya koyuyor sanırım.

Deniz Baykal ve ekibinin ulusal davalarda, özellikle de güncel konularda ki hassasiyeti ve dik duruşu hemen tüm kamuoyunca malum. Hatta geçtiğimiz günlerde Kayseri’de katıldığı bir toplantıda bir konuşma yaptı ki, olağan üstü. Bu konuşmayı değerlendiren MHP İl Başkanı Metin Demirel ise olaya son derece ilginç yaklaştı “Arkam dönük olsa, sesini de tanımasan bizim vekillerden biri konuşuyor zannederim.” dedi

Bir kaset operasyonu ile böyle bir genel başkan gitti. O gittikten sonra yıllardır “partinin sahibi” olarak tanımlanan, hatta “CIA Ajanı” denilen Önder Sav’ın yaptığı ince bir operasyonla koltuğa bir isim oturtuldu. O da ilk seçimde parti içerisinde “Ulusalcı” olarak tanımlanan grubun büyük bir kesimini tasfiye etti.

İşte böyle bir genel başkan ve kadro tasfiye edildi, yerine yeni bir ekip geldi. Peki, bakın o günün grup başkanvekili, bugün ise genel başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu 7 Mart 2010 tarihinde partisinin Batman İl Kongresinde ne diyor?

“Toplumsal barış için genel affa evet deriz.”

Peki, aynı dönemde kendisiyle aynı görevi yapan bir diğer grup başkanvekili Hakkı Süha Okay ne diyor?

“Türkiye’de halen terörle mücadele ediliyorsa, terör dağdan şehirlere inmişse, bir af söz konusu olamaz.”

İşte aynı dönemin iki grup başkanvekili…

Biri bugün milletvekili bile değil, diğeri ise genel başkan.

Peki, Hakkı Süha Okay gibi isimlerin temizlendiği parti yönetimine ve milletvekilliklerine kimler geliyor?

Onlardan biri Sezgin Tanrıkulu.

Bir önceki Genel Başkan Deniz Baykal’ın “rezalet” diye tanımladığı Habur olayında ülkeye giriş yapan PKK’lıların avukatı. O dönem Diyarbakır Baro Başkanı. Önce Parti Meclisine alınıyor, ardından ise memleketinden seçilemeyeceği için İstanbul’dan milletvekili, sonra da genel başkan yardımcısı yapılıyor.

Bir diğeri ise Prof. Dr. Binnaz Toprak.

Bakın Prof. Toprak, 21.12.2010 tarihinde katıldığı Diyarbakır’da ki Demokratik Toplum Kongresinde alınan sonuçları Radikal Gazetesine nasıl özetliyor;

“Ayrılmak değil, özerklik istiyoruz” cümlesi ön planda idi.

Aynı Toprak, Kuran-ı Kerimin “Her canlı ölümü tadacaktır” mealindeki ayet-i kerimesini ise seçimler öncesi katıldığı bir televizyon programında bakın nasıl yorumluyor…

“Ayrıca önünden her gün binlerce insanın geçtiği mezarlığın kapısının üstünde ruhuna El Fatiha yazardı. Şimdi ise ‘her canlı bir gün ölümü tadacaktır’ Bu çok sinir bozan bir şey”

Bir diğer isim ise ANAP Gençlik Kollarından gelme olan İstanbul Milletvekili Faik Tunay.

Ne diyor Tunay?

“Ben CHP’li değilim, yalnızca CHP’nin vekiliyim”

Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz.

Mesela,  derseniz;

Tansu Çiller döneminde DYP Ankara İl Başkanı, sonra Abdüllatif Şener’in Türkiye Partisinin Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu.

ANAP Eski Milletvekilleri, Aydın Ayaydın ve Turan Tayan (hem ANAP, hem DYP vekili ve bakanı)

DYP milletvekili adayı, Mesut Yılmaz’ın özel kalem müdürü Aytun Çıray.

İşte gidenler ve gelenler…

Aralarında ki uçurumlar kadar fikir ayrılıkları.

Ve son olarak parti içerisinde yaşanan yenilikçi-ulusalcı kavgasında Kemal Kılıçdaroğlu bir kurban vermek zorunda kaldı. Belki de kendini kurtarmak için yardımcısı hanımefendiyi feda etti. Ulusalcı kesim “Tabanımızın % 60’ı çözüm sürecini destekliyor” açıklamasını yapan Gülseren Onaç’a “Bu kanıya nereden vardın, bu söyledikleriniz hangi anketin sonucu, biz neden bilmiyoruz?” dediler

Ardından Sayın Gandi’den ikinci hamle geldi. Kenan Evren misali bir ulusalcılardan, bir yenilikçilerden asmak istedi. Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’na “CIA Ajanı” diyen Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz’ı disipline sevk etti. Uzun kavgaların ardından, çekimser ve ret oylara rağmen baskılar sonucunda Yılmaz, Grup Disiplin Kuruluna sevk edildi.

Kısacası CHP her dönemde olduğu gibi bu dönemde de kendi içinde ki kavgalardan dışarıya vakit bulamıyor. Genel Başkan taşra ve genel merkez teşkilatlarına, seçilmiş üyelerine hakim olamıyor. Her kafadan bir ses çıkıyor.

Son örnek İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu.

Peki bu arada ne oluyor?

Ne olduğunu MHP’nin İzmir’de ki Bayrak Mitingine bakarsanız görürsünüz. CHP’li Kocaoğlu istediği kadar açılımı desteklediğini söylesin, İzmirli neyi desteklediğini gösterdi, çünkü Gündoğdu Meydanında ki insanların tamamı kesinlikle MHP’li değildi.

Kısacası CHP tabanından çok ciddi bir oy MHP’ye kayıyor. Ulusalcıların, milliyetçilerin yeni adresi MHP oluyor.

Bunun tek sorumlusu da Gandi Beyler ve yakın çevresi.

Ez Cümle…

CHP, ikinci Erdal İnönü dönemi yaşıyor.

Editör: Haber Merkezi